Öne Çıkan Yayın

Bir "at izi it izi" hikayesi

Reina saldırısının katilinin aranma süreci, Susurluk kazası sonrası dönemin popüler isimlerinden Yeşil lakaplı Mahmut Yıldırım ile i...

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Bari giderken isyanım kalsın ardımda


ya olmadı, ya olamadım, ya da olmadım...



Sanırım,
İyi bir arkadaş olamadım,
iyi bir sevgili,
iyi bir evlat,
ideal bir çalışan,
çalışkan bir öğrenci,
başarılı bir insan...
Olamadım işte.

Zengin doğmadım,
fakir de değildim.
İstanbul'un bir köyüydü doğup büyüdüğüm yer,
sonra merkezin içinde bir gecekondu mahallesi oldu.
Bu mahallede görmüş geçirmiş, erken yaşta bir şeyleri öğrenmiş biri olamadım.
İyi okullarda okuyamadım.
Üniversitede, birçok insanın girmek için can attığı fakültem bile aslında kendi muadili bölümler içindeki en dandik olanıydı.
Burada da bir şey kazanamadım.
Aslında biraz hoca yalakası olmayı erken öğrenebilmiş olsaydım,
liberal çevrelerle takılıp, kulüplere, sosyal etkinliklere, yarışmalara v.s. katılsaydım,
bir çevre edinebilir ve sonrasında da bu çevreyi kullanarak "iyi" bir iş sahibi olabilirdim.
Kimbilir belki şimdi "iyi" bir gazete veya televizyonda çalışıyordum.
Anam babam, hocalarım, eş dost "takdir" ediyordu beni...
Olmadı, ben de olmadım.
Önce ideallerim dedim,
sonra baktım ki onlar da tırtmış,
bari karnımızı doyuralım dedim,
onu da pek beceremedik,
yalandan "iyi" bir işimiz oldu,
iyi para kazandık,
ama hala bir arpa boyu ilerleyemedik.

Sonra çalışkan bir öğrenci de olamadım.
Ders çalışmayı hiç sevmedim.
Bir türlü mantık erdiremedim bir sınıfın içine kapanıp hocanın anlattıklarından bir şeyler öğreniyor olmanın mantığını.
Verilen ev ödevlerini de hiçbir zaman mantıklı bulmadım.
Hiçbir zaman delicesine ders çalışmadım, ama hep geçtim sınıfımı.
Halbuki hiçbir zaman çok zeki bir insan da olamadım.
Ortalamayı tutturmanın yeterli olduğunu öğrenmek, tüm tahsil hayatım boyunca öğrendiğim en pratik yöntem oldu.
Belki anamı ve orta öğretimdeki hocalarımı dinleseydim, en azından sınav dönemleri ders çalışsaydım,
"daha iyi" bir meslek sahibi olabilirdim.

Ben bu "daha iyi"yi hiçbir zaman anlayamadım.
Benim "daha iyi"lerimle bir türlü etraftaki "daha iyi"leri örtüştüremedim.

Şu doğru bildiğimi söyleme huyumdan da bir türlü vazgeçemedim.
Bu yüzden; onlarca işten kovuldum,
anamdan bi dünya dayak yedim,
öğretmenlerimden de öyle...
Patronlarım beni hiç sevmedi,
hatta birçok arkadaşım da...
Doğru bildiğini söylemek hayattaki en puşt ve gereksiz meziyetmiş.
Meziyetmiş, çünkü birçoğu da bunu beceremiyor.
Kimisi de susmayı en başta öğreniyor
ve bu susanlar niyeyse hep "en başarılılar"...

Ben bir türlü başarılı olamadım.
Hiç ödül kazanmadım.
Zaten ödül getirecek hiçbir işe de burnumu sokmadım.
Iyi futbol oynayamadım;
satranç, dama, tavla ve kağıt oyunlarında da dişli bir rakip olamadım.
İyi enstrüman da çalamadım.
Gitarla falan uğraştım da kimseye dinletecek kadar çalacak hevesim olmadı,
doğaçlamalarımı da kimse ya anlamadı, ya da "olum bırak şunu tıngırdatmayı" sovuşturmalarıyla hevesim kırıldı.
He, belki çok daha iyi bağlama çalabilirdim,
onu da, çalabildiğimi gördükten sonra
Tee çocuk yaşta bi abimden duyduğum, "iyi bileceeen, işe gitmeyeceeen" lafını çok lüzumluymuş gibi düstur edindim, öğrendiğim kadarıyla yetindim.
İyi bir yazar ya da şair artık ne derseniz onu da olamadım.
Yazdığım şiirlerden dolayı "olum mal mısın, ne duygusal şeyler yazıyorsun, hatunlar hoşlanmaz böyle adamlardan" tepkileri de aldım, "bu da kendini şair sanıyor a.q." dedikodularına da meze oldum,
ama "yeni bir şeyler paylaşmanı heyecanla bekliyorum","yazılarını çok beğeniyorum", "yazdıklarından bazı sözleri not bile alıyorum" tepkileriyle de karşılaştım.
Hatta yazdıklarım sayesinde kız bile tavladım, ama bugün hiçbiri yoklar!..
Hangisini dinleyeceğim ulan ben bunların diye düşünmedim, sadece yazmak istediğim için yazdım.
Blog kurdum diye bile burun kıvıranlar oldu.
"Blog'ta ne yazıyon olum, paylaşma orada, sakla yazdıklarını..."
e niye?
"Yazma işte, boşver niyesini, öyle her şey yazılmaz bloğa..."

Ne kadar çok seviyoruz, etrafımızdaki insanları katagorize etmeyi!
Ne kadar çok meraklıyız insanları başkalaştırmaya.
Ne kadar eğlenceli ve egoistçe değil mi?
Bir insanın sizin dediklerinizi yapıyor olması, sizin o insanı yönlendiriyor olmanız ne kadar hoş di mi!!!
Niyeyse hiçbirimiz sevmeyiz öğütleri,
ama her birimiz mesele akıl vermeye geldi mi, usta birer derviş kesiliriz.
Yol gösteren oluruz!..

Ben bunu da beceremedim anasını satayım!
Dert yanan karşısında sustum; duygusuz oldum.
Empati kurmasını önerdim; kimsenin işine gelmedi.
Fikrimi söyledim; çok biliyon a.q. diye fırça yedim.
Baktım olmuyor, uzak durayım dedim, bu sefer de ilgisiz ve soğuk oldum.
Özetle bu,  bi bok olamadığımın göstergesi olabilir,
ama bence ben "hayat politikası"nı bir türlü öğrenemedim.

Bu yazıda da bir sürü yazım hatası var şimdi.
Ama madem hiçbir şeyi doğru yapamıyoruz,
bu da böyle olsun bari.

Zaten a.q. bu hayatın hallerindeyim şu sıralar.
Bir de çıkıp gidiyorum buralardan,
bari giderken isyanım kalsın ardımda!..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder