Öne Çıkan Yayın

Bir "at izi it izi" hikayesi

Reina saldırısının katilinin aranma süreci, Susurluk kazası sonrası dönemin popüler isimlerinden Yeşil lakaplı Mahmut Yıldırım ile i...

5 Ocak 2017 Perşembe

Bir "at izi it izi" hikayesi




Reina saldırısının katilinin aranma süreci, Susurluk kazası sonrası dönemin popüler isimlerinden Yeşil lakaplı Mahmut Yıldırım ile ilgili ortalıkta dönen bir hikayeyi hatırlattı bana.


Susurluk kazası sonrası adını çok duymuştuk Yeşil'in. O zamanlar -doğru-yanlış artık orasını bilmiyorum- bir hikaye dönüyordu ortalıkta:

Yeşil, emniyette bir odada oturup polislere talimat veriyormuş: "Benim şurada görüldüğüm söyleniyor, gidin bakın bakayım orada mıyım?"


"YAV HE HE" Mİ DİYECEKSİN? BAK, İYİ DÜŞÜN!

Reina'nın içinde 400 tane kamera olduğu söyleniyor. Olayın olduğu mekanın karşı çaprazında karakol var. İstanbul'da adım başı kamera var; öyle ki, çok sıkışında sokakta bir köşeye tüneyip işeyeyim desen, işeyemezsin, MOBESE'ler anında yakalar! Amma ve lakin, gel gör ki, koca 4 gün geçti, normal koşullarda yüzündeki kırışık sayısını dahi tespit edilebilecek kadar güvenlik kamerası olan memlekette, adamın daha kim olduğu bile doğru düzgün tespit edilemedi.

Ya da edildi de, yukarıda anlattığım Yeşil olayındaki gibi bir durum (veya benzeri) mevzubahis...

Dayanamayıp Pollyanna'lık yapacağım; aslında tespit edilmiştir de, olayın arkasındaki diğer failler de bulunmaya çalışıldığı için falan açıklanmıyordur


"yav he he!" diye şu an içinizden geçirebilirsiniz, ama yerinizde olsam sese dökmem bu düşüncemi.

Neden mi?

---

HÜKÜMETTEN MUHALİFE BULUNMAZ HİZMET!

Bu memleketin 'milleti' vakti zamanında "kötü adam" diye sokak ortasında Erol Taş'ı dövmeye kalkışmış, "sen herkesi dövüyorsun, hele gel bakalım bir de bizi döv" diye Cüneyt Arkın'a sille tokat saldırmış bir 'millet'. Kaldı ki, sırf teröriste benziyor diye sokak ortasında bir garibanı dövmesini yadırgayamazsın. Yani elbette yadırgarsın da, önce temiz temiz şamarını yemek için yüzünü uzatman lazım.

Bu ülkenin gerçekten de hiç olmadığı kadar özgür ve demokratik olduğuna inanıyorum. Gerçekten bak! Herkes her istediğini söyleyebilir; ama doğrudan, ama VPN vb. yardımıyla... bunda bir sıkıntı yok. Hükumet tüm gerekli koşulları sağlıyor. 

Örneğin; zekanı geliştirmek için interneti yavaşlatma (farklı bağlantı yolu bulmak da meziyet ister bir yerde), vücudunun hamlanmaması için polis maharetiyle kovalama ve hatta güçlenmesi ve acıya dayanıklılığının artması için kaba etlere yönelik joplama, nefesini açmak, gözlerini yaşartarak zararlı toksinleri atmana yardımcı olmak gibi sağlıksal amaçlar için bol bol gazlama, yalnız kalıp kafanı dinlemen için F Tipi hücrede misafir etme, monoton bir hayatın esiri olmaman için işten atılmana vesile olup yeni ufuklara yelken açmana önayak olma gibi bilumum pek faideli hizmetleri de yok değil yani... Nankörlük etmeyip bu hizmetlerin kıymetini bilmelisin muhalif kardeşim!

Yani Türkiye'de "kral çıplak" demek elbette ki serbest; 'milletin' kulağındaki tıpayı çıkarmaya teşebbüs etmediğin, gözündeki kara bezi açmadığın sürece... He, "Apron"da dayak yemek gibi mazoşist fantezilerin varsa bilemem, buyur söyle!


Yani benim tavsiyem, sen yine "yav he he!" de, ama içinden...


Aslında en temizi "efendi efendi", "sessiz sessiz" bir köşeye tüneyip kendini çok belertmemek. He illa ben de buradayım diye kendini göstereceksen, "PADİŞAHIM ÇOOOOOK YAŞAAAA!!!!" diye hönkürürken göster kendini. O zaman Yozgat'tan bile daha çok mutlu olabilirsin!


İDEAL TOPLUM: HER YERE MÜDÜR OLMAYACAKSIN!

Ufak bir hikayeyi aktarayım:

Bir gün amcamın yöneticisi olduğu bir işletmede müşteriler arasında kavga çıkıyor, haliyle amcam da yönetici, olaya müdahale ediyor. Neyse polise falan intikal ediyor olay, amcam da ifadeye gidiyor, epey uzun sürüyor işlemler. Haliyle adamcağız sabaha doğru ancak eve geliyor. Ertesi akşam hep beraber oturuyoruz, amcam olayı anlatıyor. Bunun üzerine rahmetli babaannem amcamın sabaha kadar karakolda olduğunu öğrenince "Sen niye her yere müdür oluyoruuuu!!!???" diye basıyor fırçayı. Biz gülüyoruz falan ama babaannen gayet kararlı ve ciddi bu tepkisinde...

"vicdanını aldırmak", işemek, sıçmak ve burnundaki pisliği temizlemekten bile daha kolay bir operasyondur esasında. İki türlü süreçle vuku bulur: Birincisi, bizzat kendin yaparsın, ikincisi sistem sana yaptırır, ruhun duymaz -duyar da duymazdan gelmeye başlar- Sonra gün olup devran döndü müydü, 'Hitler sonrası Almanları'* gibi atarsın tüm yükü omuzlarından. "Ölen ölür, kalan sahalar TOKİ'nindir." 

Yani aslında "huzur" iki yerde: biri tabiiiiii ki "İslam'da"; diğer de, her yere müdür olmamakta! İlkinden emin değilim, ikincisi garanti... (Einstein'a selam olsun**)



** Hitler sonrası Almanlar: O vakitler Hitler'i destekleyen bir kısım Almanlar, Hitler sonrası "kandırıldık" diyerek paçayı sıyırmayı başardı.
* Einstein: "Yalnız iki şey sonsuzdur, evren ve insanın aptallığı; ancak birincisinden o kadar da emin değilim."